Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi ve Oku Okut
Derneği işbirliği ile düzenlenen, 5. Türkiye Sosyal Bilimler Sempozyumu, 15.
Oturumuna hoş geldiniz.
Konuşan bir canlı olduğu için insan (el-İnsânu
hayevânun nâtıkun), dilin önemine dair çok şey söylenmiş, söylenmekte ve
söylenecektir. Dil, bunu hak ediyor. Arap Dili ve Belagatı adlı bu oturumda, biri
şiir diğeri romanla ilgili iki sempozyum bildirisi bulunduğu için onlarla da
bağlantı kurarak, önsöz niteliğinde ben de şunları söylemek isterim:
İbn Cinnî’nin de belirttiği üzere “Dil, her
toplumun, kendi duygu ve düşüncelerini kendisiyle dile getirdiği seslerdir”. Dil,
bir çeviri aracıdır ve çeviri, bir aktarımdır. Nitekim dil de içimizdeki duygu
ve düşünceleri sese büründürerek, dışarı aktarır. Duygu ve düşünceleri
aktarırken birey, bildiği dili, bir çevirmen gibi kullanır. Arap, Arapçayı;
Türk, Türkçeyi kullanır ya da Türk, biliyorsa Arapçayı, kendisine tercüman kılar.
(Cahız’ın da belirttiği üzere “Manalar, ortadadır; umumun malıdır; onu, söze
büründüren insandır. İfade tarzını, konuşmacı seçer.”) Bu süreçte hem birey,
dile müdahale eder, hem de dilin engellemesine ya da sınırlandırmasına maruz
kalır.
Öte taraftan birey, ister şair olsun ister hatip isterse
yazar, dile hizmet eder, dili zenginleştirir ama aynı zamanda dil de bireyin
ufkunu genişletir ve onun önüne yeni ufuklar açar. Birey, dile ne kadar
hâkimse, dil de tüm imkanlarını ona sunar. Dolayısıyla dili kullanmak da beceri
işidir ve bireyler, birbirinden bu yetenek konusunda farklılık arz ederler.
Malzemesi dil olmasına rağmen şairler, hatipler ve yazarlar ya da söyledikleri/
yazdıkları şiirler ve romanlar arasında karşılaştırma yapıldığını duymuşuzdur. Örneğin,
şu şair, döneminin en iyi şairidir/şairler şairidir (Huve, eş’aru’ş-şuârâi),
gibi.
Bir aktarım aracı olan dilin varlığı, tarafların
varlığını zorunlu kılmaktadır. Burada taraflar, bireylerden oluşan toplumdur.
Dil, bireylere verdiği kısmî özgürlük
yanında toplumun uzlaşısını da onlara zorlar. Toplumun yerleşik
uzlaşısını yok saymak, dilin kendini gerçekleştirmesine (işlevselliğine) engel
olacaktır. İster kelimelerin taşıdığı anlam açısından olsun, ister kelimelerin
bir araya getirilerek öbekler oluşturulmasında veyahut cümlelerin kuruluşunda olsun
dilin, o toplumun ortak birikiminin bir parçası olduğu ve yalnızca bireyin
değil, toplumun da duygularını ve düşüncelerini tercüme eden bir ayna olduğu
unutulmamalıdır. Bu durum, deyim ve atasözlerinde çok daha belirgindir.
İçinde yaşadığımız evrende birbirine benzer duygu ve
düşünceler yanında, birbirinden farklı deneyimlerin de yaşandığı olur ve bütün
bunlar, dil aracılığıyla dile gelir. Bir toplumun bireyleri arasındaki anlam
dünyası birbirinden çok farklı olmasa da bu farklılığı, toplumlar arasında daha
çok görürüz. Bu farklılıklar, gelenek ve göreneklerde olduğu gibi özellikle
deyim ve atasözlerinde ortaya çıkar, denilse yanlış olmaz sanırım.
Bütün bunlar, dilin, yalnızca bireysel bir iletişim
aracı değil, aynı zamanda toplumları ayakta tutan bir bağ olduğunu da gösterir.
Nitekim dilin varlığı, toplumun varlığını zorunlu kılar. Dil de toplumu ayakta
tutar. (Adaleti, devleti ayakta tutmak için, dilin muhafaza edilmesine ve doğru
kullanılmasına dair Konfüçyüs’ün sözü/yaklaşımı burada hatırlanmalıdır. O,
yönetici olsam, en çok dile önem verirdim, diyor) Zira kültürler, değerler,
gelenekler ve bilgiler, gelecek nesillere yine dil aracılığıyla aktarılır. Bu
noktada dil, taşıyıcılık işlevini de yerine getirmektedir. Bu yönüyle dil, hem
bireyin hem de toplumun tercümanıdır.
Dilin çokça işlevi vardır. Tamam. “Dil, ne işe yarar?”
diye sorduğumuzda verilecek cevaplardan biri, onun, duygu ve düşüncelerimizi
dile getirmenin en önemli araçlarından biri olduğu şeklindedir. Doğrudur. Ama dilin
yerine getirdiği görevlerden bir diğeri ise gizlemektir. Biz, bazen duygu ve
düşüncelerimizi gizleme yoluna da gideriz; bazen açıkça, bazen de kapalı bir
şekilde. Konuşurken ya da yazarken, bazen duygu ve düşüncelerimizi doğrudan ve
açıkça aktarırız, bazen ise şu ya da bu sebeple, DOLAYLI BİR ANLATIMA başvururuz.
Öte taraftan, bazen sözü uzatırız, bazen kısa tutarız. Bazen teşbihe, mecaza
başvururuz, bazen başkaca söz sanatları da kullanırız; hem söyleyişe estetik,
hem de anlama incelik katarız.
Bir dili konuşan bireyler arasında anlam dünyası
farklılığı, yadırganmamalıdır. Sonuçta insan, belli bir toplum içinde olsa bile
onun biricikliğini ve birey yönünü de inkar edemeyiz. Nitekim dil açısından
baktığımızda ister şiir olsun ister roman, aynı konuda ama birbirinden farklı
çokça eserin ortaya çıktığı görülür.
Buraya kadar söylediklerim, dilin ANLATMAya yönelik
yönü hakkındaydı. Dilin, bir de ANLAMA yönü var. Anlarken de dilden yardım
alırız.
Yazar, şair ya da konuşmacı tarafından bir söz ya da
şiir söylendikten veyahut roman ya da hikaye yazıldıktan sonra artık
muhatapların, onun şifrelerini çözmesi gerekir. Üstelik, dil aracılığıyla dile
gelmiş söz/şiir/roman, bazen başka dillere de aktarılır. Bu da bir çeviridir ve
her bir çeviri, aynı zamanda yine bir şifre çözümüdür. (İş, aslında bu kadar
basit değil. Çokanlamlılık olgusu diye bir şeyi biliyoruz ve iletişimsizlik
sorununu sık sık ve hepimiz yaşıyoruz. Her neyse, uzatmayayım.)
Şiir ya da nesir, bir metnin veyahut bir sözün, NEYİ
anlattığı yanında NASIL anlattığı da önemlidir. Bugün bu oturumda, her ikisi de
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam
Bilimleri Anabilim Dalı'nın öğrencisi olan araştırmacılar tarafından sunulacak iki
bildiri var. Her iki bildiri de mana ve duygunun nasıl anlatıldığı üzerinde
durmaktadır. Bu bildirilerden biri, bir şairi ve şiirini, diğeri ise bir romanı
ve roman içinde geçen deyim ve kalıp ifadelerin başka bir dile çevirisini konu
edinmektedir.
1 Selimhan ACAR, “Mona Baker’in Eşdeğerlik Kuramı
Bağlamında Alâ el-Asvânî’nin Yakupyan Apartmanı Adlı Romandaki Deyimler ve
Kalıp İfadelerin Çevirisi” adlı bildirisini sunacaktır.
Araştırmacı, bu sunumunda Avi Pardo tarafından
İngilizceden Türkçeye tercüme edilen “İmâratu Yâkûbyân” adlı Arapça romandaki
deyim ve kalıp ifadelerin çevirilerini, Mona Baker'in eşdeğerlik kuramı
bağlamında inceleme konusu yapacaktır. Buyrun.
20 dakika içinde bildirisini sunan Selimhan ACAR,
Avi Pardo tarafından İngilizceden Türkçeye tercüme edilen “İmâratu Yâkûbyân”
adlı Arapça romandaki deyim ve kalıp ifadelerin çevirilerini, Mona Baker'in
eşdeğerlik kuramı bağlamında inceleme konusu yapmıştır. Bu çerçevede romanın
yazarı ve eserleri hakkında bilgi vermiş ve romanda geçen 10 kalıp ya da deyimi
değerlendirme konusu yapmıştır. Kendisine teşekkür ediyorum.
2 Ebubekr Fethurrahman Muhammed AHMED, “Sudanlı Şair
et-Ticânî Yûsuf Beşîr’in Edebiyatı: Betimsel ve Analitik Bir İnceleme” adlı
bildirisini sunacaktır.
Araştırmacı, bu sunumunda, henüz 25 yaşındayken 1937
yılında hayatını kaybeden, tasavvufî ve felsefî bir yönü de bulunan, modern
Sudan şiirinin kurucu ve en önemli seslerinden biri olarak kabul edilen et-Ticânî
Yûsuf Beşîr’in (1912-1937) edebî şahsiyetini ve şiir dünyasını, şairin tek
divanı olan İşrâka’daki şiirlerinden yola çıkarak ortaya koymaya çalışacaktır.
Buyrun.
20 dakika içinde bildirisini sunan Ebubekr Fethurrahman
Muhammed AHMED, et-Ticânî’nin şiirlerini, Arap belâgatinin üç temel disiplini
olan Bedî‘, Beyân ve Meânî ilimleri ışığında tahlil etmeye çalışmıştır. Bu
çerçevede cinas, tıbâk, secî, teşbîh, istiâre, kinâye, mecâz-ı aklî, îcâz,
itnâb, takdîm-te’hîr, inşâ kipi, kasr ve udûl olmak üzere toplam 13 sanata,
şairin divanından birer örnek vermiştir. Kendisine teşekkür ediyorum.